Fikirlerimizin özünü Türk kültürü, Türk tarihi, Türk dili, Türk kimliği, yüzyıllar içinde ruhumuza nakşettiğimiz kardeşlik hissiyatı, son tahlilde aziz milletimiz oluşturmuştur.Bu vatan, yaklaşık bin yıl önce asıl ve hak eden sahiplerini ilk ve son defa bulmuştur.
Aradan geçen on asır, bu topraklardan yerküreye damgasını vurmuş bir büyük milletin varlığını ve kudretini tescil etmiştir.
Bilmeyen varsa haykırıyorum, bunun adı Türk milletidir.
Bu iftihar ettiğimiz kültürel varlık, köklerin, kökenlerin, dillerin, mezheplerin üstünde maddi ve manevi bir bağ ile kaynaşmış ve kucaklaşmıştır.
Nereli olursak olalım, nerede doğarsak doğalım, nasıl konuşursak konuşalım bizleri bir araya getiren, acılarımız, anılarımız, zaferlerimiz, hüzünlerimiz ve ülkülerimiz olmuştur.
Her çekilen halay, her dövülen davul, her buluşulan düğün, her açılan duvak, her doğan çocuk, her sallanan beşik, her tüten ocak, her can veren şehit bizi bir millet yapmıştır.
Bin uzun yılda yokluklar birlikte göğüslenmiştir.
Fetihlerin sevinci beraberce yaşanmıştır.
Bozgunların burukluğu birlikte paylaşılmıştır.
Türk milliyetçileri milli kimlik ve varlığı cesaret ve inanmışlıkla savunan, kardeşlik ve kader ortaklığını dua gibi gören fazilet burçlarıdır.
Bin yıllık sevda namusumuza emanettir.
Türk milliyetçileri yüksek ülkülerde eriyen Türk-İslam sevdalısı yüreklerdir.
Dün böyleydi, bugün de aynıdır.
Yarın idrak edeceğimiz 3 Mayıs Milliyetçiler Günü’nde tarihi ve milli sorumluluğumuzu muhakkak surette yeni baştan gözden geçirmeliyiz.
3 Mayıs milliyetçiliğin duygu ve düşünce havzasından hareket ve eylem sahasına inmesinin eşiğidir.
Milliyetçilik demokratik refleksini göstermiş, milliyetçi kahramanlar kötü gidişata itiraz etmişlerdir.
3 Mayıs 1944 hadiselerine giden süreci öncelikle iyi bilmek, iyi yorumlamak yapacağımız değerlendirmeler açısından çok mühimdir.
Merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın 20 Şubat 1944 tarihinden itibaren dönemin Başbakanı’na yazdığı açık mektupları 3 Mayıs’ın fitilini tutuşturmuş, bir bakıma milliyetçiliğin artık dar gelen kabuğunu kırmıştır.
Tek parti döneminde, bir edebiyat öğretmeninin yüreklice, doğru gördüklerini, endişeyle izlediklerini dosdoğru bir şekilde Başbakan’a yazması haysiyetli bir davranış, korkusuz bir çıkıştır.
Merhum Atsız Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehlikeleri sade ve yalın bir dille kaleme almış, tehditlerin içyüzünü ustaca anlatmıştır.
Bu gelişmelerden rahatsız olan devrin dalkavukluğunu yapan köhnemiş bazı isimler milliyetçi canlanmayı sindirebilmek için devlet imkânlarını seferber etmiş ve mahkemeleri devreye sokmuştur.
Aleyhine dava açılan Merhum Atsız İstanbul’dan Ankara’ya gelerek hâkim karşısına çıkarılmıştır.
Özellikle 3 Mayıs 1944’de milliyetçi gençlerin haksızlığa tepkileri, zulme eğilmeyen, güce boyun bükmeyen tavırları gıpta edilecek bir tablodur.
Bu tarihteki milli öfkeden çekinen siyasi iktidar, 165 milliyetçiyi tutuklamış, bunlardan 23’ü hakkında vatana ihanet, gizli cemiyet kurma, iktidarı devirme suçlamalarından dolayı dava açtırmıştır.
3 Mayıs’ın kahramanları her türlü eziyet karşısında davalarından ödün vermemişlerdir.
Reva görülen işkence ve kötü muamele kutlu hareketimizin temellerini kazmıştır.
Uydurulan Irkçılık ve Turancılık davasında atılan iftiralar, yapılan itibar cellatlığı ters tepmiş, milliyetçiliği durgun yatağı millet denizine doğrudan doğruya çevrilmiştir.
Milliyetçiliğin 1944 şahlanışına; milli birliğin düşmanı dediler, hayalcilik dediler, ütopya dediler, bela dediler, üç beş kendini bilmezin, üç beş tahrikçinin nümayişi diyerek değersizleştirmeye kalkıştılar.
İthal malı anarşi cereyanları diyerek sulandırmaya, memleket havasını bulandıranların fesadı diyerek mahkum etmeyi denediler.
Ne var ki başaramadılar, amaçlarına ulaşamadılar.
Şimdi dönüp geriye baktığımızda kimin haklı, kimin haksız olduğunu tarihin hakemliğinde, milletimizin hâkimliğinde çok açık şekilde görmek mümkündür.
Türkiye’de sosyal bir uyanış olacaksa, milli kalkınma sağlanacaksa, milli diriliş ve toparlanma temin edilecekse bu gayeler ancak ve ancak Türk milliyetçilerinin inisiyatif almasıyla gerçekleşecektir.
Demokrasinin milliyetçilikle eş zamanlı doğduğunu, birisi olmadan diğerinin yarım yamalak kalacağını unutmamak lazımdır.
Milliyetçilik yabancılaşmanın yenildiği, ihanetin ezildiği, yozlaşmanın durdurulduğu, son ve emniyetli mevzidir.
Özellikle bizim milliyetçilik anlayışımızda ötekileştirme, dışlama, zorlama, dayatma, içe kapanma, değişik milletleri aşağılama yoktur ve olmamıştır.
Türk milletini omuzlayıp ayağa kaldıracak Türk milliyetçileridir.
Başarılı oldukça, kendimize güvendikçe Türkiye ve Türk vatanı güvencede olacaktır.
Biliniz ki, kaynağını Türk-İslam ülküsünde bulmuş Türk milliyetçiliği ve onun ebedi yuvası Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin ve Türkiye’nin var olma ümididir.
Dost için kadife elli, düşman için çelik bileğiz.
Gözler bu nedenle hep üzerimizdedir.
Suskun muyuz, yoksa tepkili mi?
Uyuyor muyuz, yoksa uyanık mı?
Herkesin cevabını merak ettiği sorular da bunlardır.
Biz şuurluyuz, uyanığız, ama görmek istemeyenler ya kör ya da kaskatı kesilmiş mankurtlardır.
Biz yeri gelince tepkili, yeri gelince temkinli, yeri gelince de tedbirliyiz, bunu anlamakta direnenler ise ya izansız ya da işbirlikçidir.
Milliyetçi Hareket Partisi oldukça millette korku olmayacaktır.
Ve de Türkiye üzerinde oynanan oyunlar paramparça edilecektir.
Bu duygu ve düşüncelerle partimizin kurucusu Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey başta olmak üzere, milli mücadele kahramanlarına, aramızdan ayrılan 3 Mayıs 1944’ün sembol isimlerine, tüm vatan ve dava şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.