Gerekirse soğan kırıp yiyebilir miyiz?
Türk ordusu “biçare” diye bekleşen mazlumlara doğru yol alıp, onları kanatlarının altına aldıkça; toprağın üstünde yaşayan insanların canını hiçe sayıp, altındaki zenginliklerin peşine düşenlerin planları alt üst oluyor.
Tarafları tanımlayan yukarıdaki cümleyi, düşünerek bir kez daha okuduğumuzda, bu savaşı kimin kazanacağı belli.
Tabi kolay olmayacak. Karşımızdaki güçler sahip oldukları tüm küresel silahları kullanacaklar.
Terör, ekonomik daraltma, uluslararası itibarsızlaştırma çalışmaları gibi kozlarını oynamaya başladılar bile. Amaç kendi içimizde sıkıntı varken dışarıda bizden medet umanlara yardıma gitmemizi engellemek.
Aslında bunu da yaparak, inanmış bir milletin gerçekten üstün gelmesine adeta yardım ediyorlar. Evet, yanlış okumadınız!
Nasıl mı?
Kendimiz zor durumda olduğumuz halde ne olursa olsun başka birine yardıma koşmanın faziletini biliyorsak eğer, o zaman tüm kötülüklerden ve güçlerden üstün geleceğimizin şüphesi yoktur.
Görmesek de duymasak ta uzakta değil; her yerde ve çok yakınımızda olduğunu bildiğimizin, yardımıyladır bu…
Zor bir sınavdan geçeceğiz ve bir mücadele vereceğiz.
Karşılaşacağımız şartlar özetle yukarıda belirttiğimiz gibi.
İmkanlarımız kendi kendimize yetmekten bile uzak olsa da hayal etmek için yetersiz değil.
Daha önce yaptıklarımızı tekrar hayal etmek ise asla mantık dışı değil!
Peki, biz bizi zafere ulaştıracak bu inanç ve birlikteliğe sahip miyiz?
İşte asıl soru budur.
Yıllardır bir sürü seçim yaşadık. Küresel güçlerin tezgâhladığı 2001 ekonomik krizi ile dar bir boğazdan geçen insanlarımız, bu yıldan itibaren yapılan bütün seçimlerde maalesef ekonomik istikrarı birinci sıraya koymak durumunda kaldı.
Yıllardır istedikleri başarıyı elde edemeyen siyasi partiler, 7 Haziran’da seçim beyannamelerini oluştururken; vatandaşın bu önceliğini dikkate alıp, özellikle asgari ücret başta olmak üzere ağırlıklı olarak ekonomik vaatlerle sahneye çıktılar.
Vatandaş ekonomik vaatler arasından sıyrılıp, uygulanan yanlış dış politika ve açılım sürecinden dolayı tabloyu değiştirmeye cesaret etmiş olsa da tam manasıyla başarılı olamadı.
Sonra; ekonomi kötüye gidiyor, mal aldık elimizde kaldı, dolar şu kadar oldu gibi cümleler ile yine aynı korku trenine bindirilen vatandaş; terörle mücadelenin başlamış olmasını da görerek, içi rahat şekilde eski tavrına geri döndü.
Neyse gelelim günümüze, 15 Temmuz sürecinden sonra şunu gördük ki, istikrar ekonomi demek değildi.
İstikrar: Bütün kurum ve kuruluşları ile bin yıllık geçmişine sahip çıkıp, bu geçmişe layık olarak sonsuzluğu hedefleyen bir dava şuuru ile, sapa sağlam bir devlet olup, geleceğe emin adımlarla ilerlemek demekti. Ancak bizim istikrarı birileri işgal etmişti.
15 Temmuz sonrası hızlı bir dönüşüm süreci başladı. Çıkılan yanlış yollardan geri dönüldü. Devlet bir Türk devleti olmanın gereklerini yerine getirmeye başladı.
Şimdi yıllardır sokaklarda, mahallelerde, iş merkezlerinde, kahvelerde, sosyal medyada hayatın yoldan, köprüden, dolardan, petrolden ibaret olmadığını anlatmaya çalıştığımız vatandaşlarımız; gerekirse soğan kırıp yeriz ancak, Türk devletini güçsüz mazlumları sahipsiz bırakmayız diyerek her türlü bedele razı olmayı baştan kabul ederlerse; işte yukarıda açıkladığımız gafile karşı galip gelme sırrına erişerek, bu mücadeleden kim bilir belki de sınırlarımız daha büyük olarak çıkabiliriz…
Sınırlarımız neresidir neresi olmalıdır bir sonraki yazıda değinelim…
Kalın sağlıcakla.