Çok değil bundan üç beş yıl öncesine gittiğimizde dost meclislerinde karşılaştığımız arkadaşlarımız, endişe içerisinde ne olacak bu memleketin hali, nereye gidiyoruz diye sorarlardı.
Alınan kararlar ve yapılan uygulamalar ile çizilen istikamet bizim yüreklerimizi kanatırcasına acıtırken elbet bu karanlıklardan bir çıkış yolu olacaktır diye yüreklere su serpmeye çalışır, bir yanlışın içerisinde aldatılmak istenen milletimizi, mahalle mahalle, köy köy, kasaba kasaba dolaşarak diri tutmaya gayret ederdik.
Hiç unutmuyorum bir keresinde Adapazarı’nın bir köyünde ağaçlarla süslü geniş bir bahçesi bulunan bir kahveye ziyarete gitmiştik.
Kahvedeki gençler televizyonun önünde önlerindeki çekirdeği bitirmek için mücadele eder bir vaziyette gösterilen Amerikan filmine dalmış heyecanla izliyorlardı. Orta yaş ve üzerindeki kahve sakinleri kendi sohbetlerinde tarla bahçe işlerinden bahsediyorlardı. Bizlerle beraber camiden çıkan yaşlılar, inceden bir “Allah kabul etsin” diyerek yanımızdan geçip eve gitmeden önce bir çay içmek için oturdukları köşede sessiz sessiz çaylarını yudumluyorlardı.
İl başkanımız Levent bey girizgah olarak genel bir tablo çizmiş sonrasında bizim görüşlerimizi ifade etmeye başlamıştı.
Başkanımız çok hassas meselelere temas etmiş olmasına rağmen az önce tasvir etmeye çalıştığım sahnede gözle görülür herhangi bir kıpırdama olmamıştı.
On beş gün çalışmasak evimizde yiyecek ekmek bulamayacak olan bizler…
Akşama kadar iş yerlerimizde mesaimizi doldurup, iş çıkışı teşkilatta buluşup ayak üstü bir şeyler atıştırarak, sanki gazaya giden Alperenler gibi her akşam Bismillah diyerek yola düşen bizler…
Bu tabloyu görünce moralimiz bozulmuş, boynumuz bükülmüş bir şekilde öyle kala kalmıştık.
Sonra alışıla geldiği gibi kahvenin ortasında herkesin kendisini izlemek için önüne dizildiği yerden değil, sanki gök kubbeye doğru şükür sunmak için uzanmaya çalışan çınar ağaçlarının altında bulunan mütevazı masanın ucundan bir ses yükseldi.
Düşman tarlanızın sınırına girdiğinde mi harekete geçeceksiniz!
Memleket sizin için bahçelerinizin avlusundan mı ibarettir!
Bir anda bütün ahalinin nefesi kesilmişti.
Ne çekirdek sesi kalmıştı, ne çay kaşığı çınlaması.
Amerikan filmi bile ansızın arka plana düşmüştü.
Az önce dünya yansa umurunda olmayacak olan ahali işin ciddiyetini anlamış, bugüne kadar geniş geniş oturmanın vermiş olduğu vicdan azabıyla şimdi kıpırdamadan emir bekleyen bir akıncı birliğine dönüşmüştü.
Al yıldızlı bayrağımızın kışlalardan indirildiği; teröristler geçerken askerlerimizin mevzilerde tutulduğu; deniz havası almak için Üsküdar’dan Beşiktaş’a vapurla gider gibi İmralı canisinin görülmeye gidildiği günlerden geçerken, gidişatı değiştiremiyorsak mevcudiyetimizin ne önemi kalmıştır diye kendi kendimizi sorgulayan bizler…
Bu tabloya şahitlik edince göz yaşları içerisinde bu mevcudiyetin vatan, millet ve devlet için ne kadar önemli olduğuna şahitlik etmiştik.
Dün akşam sosyal medyada namlusu dünyadaki bütün karanlıklara şimşek gibi saplanmak üzere çevrili olan tankın üzerindeki bir Türk askerine sorulan sorulara aldığımız yanıtlar, hamdolsun o akşam kahvede ki ruhun bırakın tarlayı, bahçeyi, ülkemizin sırınlarını aşarak harekete geçtiğini bizlere göstermiştir.
Tüm Amerikan senaryolarını bir kenara atarak tarihin içinden gelen bu cevap ilavesiz bir şekilde aynen şöyledir:
- İstikamet neresi?
- Kızıl Elma!
- Ailene bir mesaj gönder.
- Beklemesinler!
- Türkiye’ye bir mesaj gönder.
- Bu vatanı bölemezler!
Şimdi geçmiş yıllarda endişe içerisinde bizlere soru soran; bu gidişata engel olamıyoruz diye dişlerini sıkıp duvarları yumruklayan; neden sokağa inmiyorsunuz sizde sisteme boyun büktünüz diye mevcudiyetimizi yetersiz bulan ve ne olursa olsun o kutlu ülkeye ulaşacağımız ülküsünden asla şüpheye düşmeyen arkadaşlarımıza şöyle seslenmek istiyorum:
“At bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz” derler ya,
Çok şükür, atta meydan da bulunmuştur.
Üstelik atın üzerindeki Türk’tür…
İstikameti Kızıl Elma!
İSTİKAMET NERESİ?
- 22 Ocak 2018, 23:19
- 7