TÜRK MİLLİ KÜLTÜRÜ

Uzun zamandır II. Viyana Kuşatmasından itibaren Türk devletinde yaşanan gelişmeleri incelemeye çalışıyorum.

Tarihin en güçlü devleti iken nasıl son anda vatanımızın sadece Anadolu parçasını elimizde tutabilecek bir duruma düştüğümüzü tetkik etmeye çabalıyorum.

Varmış olduğum nokta öncelikle şudur: Bugün devletimizde yaşadığımız olumlu veya olumsuz hiçbir gelişme bir önceki devletimizden hatta ondan öncekinden, daha da ileri gidersek tarihte ilk defa kurduğumuz devletimizden bağımsız değildir.

Bu devamlılığın en büyük sağlayıcısı millet olarak sahip olduğumuz “milli kültür” dür.

Milli kısmından önce, kültür nedir diye sorguladığımızda ünlü düşünür ve ilim adamlarından şunları duyarız;

“Bilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, hukuku, örf-adeti ve insanın cemiyetin bir üyesi olması dolayısıyla kazandığı diğer bütün maharet ve itiyatları ihtiva eden mürekkep bir bütün” (E.B. Taylor)

“Bir topluluğun yaşama tarzı.” (C.Wiesler)

“Atalardan gelen maddi manevi değerler yekunu.” (E. Sapir)

“Kültür, bir milletin dini, ahlaki, hukuki, akli, bedii, lisani, iktisadi, fenni hayatlarının ahenkli mecmuasıdır.” (Ziya Gökalp)

“Sosyal ilimlerde kültür denince bir topluluğun kendi hayati problemlerini çözmek üzere denediği ve uzun yıllar içinde standart hale getirdiği usuller ve vasıtalar anlaşılır.” (Erol Güngör)

Kültür için aldığımız bu cevaplardan sonra, bizim sahip olduğumuz ve binlerce yıldır devletimizi ayakta tutan milli kültürün kaynağı nedir diye incelemeye kalktığımızda; yıllardır oluşan bir algıyı yenmek adına ilk önce ne olmadığını ifade etmekte fayda bulmaktayız.

Meşhur İslam tarih ve Felsefecisi İbn Haldun ve bir önceki yüzyılın mütefekkirlerinden A. Tonybee Türklerin milli kültür kaynağının göçebelik olduğunu iddia etmektedir.

Ünlü mütefekkirlerimizden Prof. Dr İbrahim Kafesoğlu bu iki düşünürün iddialarını şu şekilde yıkmıştır:

“Halbuki, Türk milleti “tarihsiz” değil, aksine parlak ve uzun mazisi ile tarihi zenginliği ortada olan bir kütledir ve kanunsuz değil, kültürün ayrılmaz bir parçası olan teşkilatçılığı sayesinde birçok devlet kurarak yürürlükte tuttuğu hukuki mevzuatla seçkinleşen bir millettir; buna göre de Türklerin tamamen zıt mana ve mahiyette normad(göçebe) cemiyet sayılması mümkün değildir.

Burada hemen kısaca belirtelim ki, Türk kültüründe iki temel unsur olan at ve demir asli göçebe kültüründe mevcut değildir”.

Viyana önlerinden başlayıp sosyolojik bir tartışmaya neden geldiğimi merak ediyorsanız şunu söylemek isterim; devletimiz ve milletimiz özellikle son üç asırdır çok ciddi sıkıntılardan geçmektedir. Bu sıkıntıların sebepleri tarihi bir cetvel üzerinde birbirine bağlıdır.

Ve bunların giderilmesinde atılması gereken temel adım bizi biz yapan milli kültürümüze dönmekle mümkündür.

Bunu “Her şey Türk için, Türk tarafından, Türk’e göre” şeklinde formüle etmek akıllarda daha kalıcı olacaktır.

Bu formüle sığmayan her türlü durumun karşısında olmalıyız. Eğitimde, hukukta, sanatta, devlet yönetiminde kısaca ülkemizi ve milletimizi ilgilendiren her durumda bu düsturun ışığında yolumuza devam etmeliyiz.

Arzu ettiğimiz ve geçmişte başardığımız medeniyet seviyelerine ancak bu şekilde ulaşabiliriz.

Milli kültürümüzü tanımak, yaşamak ve tanıtmak noktasında yazılarımız devam edecek.

Son olarak sosyal ilimlerin kitabını yazmış Prof. Erol Güngör hocamızın bizlere verdiği şu öğütle satırlarımı sonlandırmak istiyorum:

Milliyetçilik, milli kültürü bizzat bir medeniyet kaynağı haline getirmek ve cemiyeti soysuz değişmelerin açık pazar yeri halinden kurtarmak hareketidir. Binaenaleyh milliyetçilik aynı zamanda bir medeniyet davasıdır.”