İnsan doğduğu toprakların lisanınca dünya ile hemhal olur. Dünya üzerinde onca millet var ve ayrı ayrı diller. Bir insan bu dillerden kaçını bilirse bilsin, onu toprağa bağlayan köklerinin lisanı neyse dünya o lisanla şekillenir zihninde… Dünyayı, insanlığı, olayları lisanınca anlar; lisanıyla yorumlar.
Misal biz Türkler, “İşin Türkçesi” deriz, bir meselenin izahında…
***Parmağımızın ucuyla dünyayı karşımıza getirebildiğimiz bu çağda; dünyayı, insanlığı, olayları lisanımızca izah edecek olan “İşin Türkçesi” nde bize ayrılan bu köşeden selam olsun… ***
Hayat dünüyle, bu günüyle ve yarınıyla izaha muhtaç… Fitne bir moda akımı gibi hızla yayılıyor ve gerçekliğin üzerine yalanlarla örtülüp bilgi diye sunuluyor. İşte tam da bu hususta, yürütülen algı operasyonlarına karşı “İşin Türkçesi nedir..?” sorusu beliriyor milli şuur ile diri kalan zihinlerde.. Bizim kelamımız ise bu soruya cevap olmaya taliptir.*
İşin Türkçesini irdeleyeceğimiz mesele çok... Ama en ilk mesele, insan olabilmek … Gittikçe robotlaşarak her şeyiyle tükettiğimiz şu hayatı, bir virüsün bizi kendimizle baş başa bırakması ile sorguladığımız bir dönemdeyiz. Bir parçası olduğumuz dünyada “biz”liği terk edip bencillikle yaşarken, birden benliğimize hapsolduk ve biz olmayı, birlikte olmayı özledik. İşin garibi bu özlemin yeni bir özlem olmadığını da fark ettik. Uzunca bir zamandır hapsolduğumuz benliğimizle yüzleştik aslında, virüs bizi hapsetmedi, virüs bizim etrafımıza ördüğümüz duvarları aynalara çevirdi. Yürekli insanlar için bu bir ihtilaldir esasında, aynalara bakmak dayatılan düzeni yıkmak için bir başkaldırıdır. Dört bir yandan yükselen seslere kulak verdiğimizde de görüyoruz ki bu süreçte çoğu insan, iradesine çöreklenen iktidara karşı ihtilale meyletti. Peki ya şimdi, bundan sonra ne olacak..?
Dünya tarihinde insanlık birçok kez salgın hastalıklar atlattı ama bu süreç hepsinden farklı. Gelişen teknolojiyle dönüşen insanlık ve kaybolan değerler ile sürdürülen bir hayat gailesi içinde imkanların mümkün ama yaşamak nezdinde imkansız olduğu bir çağdayız. Virüs sadece sağlığı tehdit etmedi, bizi insanlığımızdan sıyıran ne varsa hepsine karşı da bir tehdit oldu. İnsanlar bir yanda sağlıkları için endişe duyarken, bir yandan da hayatı, hataları, insanlığı sorguladılar ve kaybedilen değerlere olan hasretleri ile yüzleştiler. Gün içinde umarsızca yapılan ne varsa kıymetini fark ettiler. Henüz hiçbir kısıtlama ve mesafe yokken kendi yalnızlıklarında kaybolarak yaşadıkları hayatın yavan olduğunu fark ettiler. Çünkü kıymetinin farkına varmadan geçirdiğiniz her an, yavandır. İstediğiniz kadar dolu dolu yaşayın hayatı, lütfedilenin kıymetine dair bir heyecan yoksa içinizde pek de yaşamış sayılmazsınız. Yaşamakla yüzleşildi yani… Haliyle bu virüs Fatih’in İstanbul’u fethi gibi insanlığı feth etti ve içimizdeki Bizans’ı yıktı. Biyolojik olarak sayılı kişiye bulaşsa da psikolojik olarak tüm insanlığa yayıldı.
Dijital platformların sağladığı imkanlar ile tüm dünyaya ve küresel arenadaki farklılıklara hakimdik. Virüs tüm farklılıkları budadı ve insanlığı tek bir noktada eşitledi. Devletler maskelerinden sıyrıldı, emperyalist niyetlerini makyajla kapatarak güç gösterisi yapanların makyajı aktı. Yıllarca girebilmek için kendimizden ödün verdiğimiz, siyasi vaatlerimizin ilk cümlesi haline gelen Avrupa Birliği ifşa oldu ve küresel arenada beyaz havlu attı. Sömürgeciliğini refah arzı makyajı ile örten bu birliğin yapamadığı vazifeyi de, birliğin eşiğinden geçirmedikleri Türkiye üstlendi.
O büyük güçler kendi vatandaşlarına kulak tıkarken; Türkiye, yurt içinde ve dışında tüm vatandaşlarını kucakladı ve de yer kürede yankılanan yardım çağrılarına koştu. Üstelik yardımlara umut iliştirerek el uzattı. Yani virüs sadece insanları insanlıkla yüzleştirmedi aynı zamanda küresel arenada devletlerin gerçekliğini de ifşa etti. Gerçeğe gözlerini yummayan herkes için durum malumdur. Öyleyse tekrar soralım peki bundan sonra ne olacak..?
*Yaşayıp, görüp, anlayıp İşin Türkçesini izah edeceğiz, sürçülisan olursa affola …